• Yazar: Sabahattin Ali
  • Tür: Roman                                                                
  • Basım Yılı: 1940

İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimî bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…

Yukarıdaki paragraf kitabın özünde ne anlatmak istediğini özetler nitelikte. Roman boyunca her karakterin kendine özgü hayalleri, arzuları, zayıf ve güçlü yanları, belki de keşkeleri var. Tüm bunlar aslında insan olmak demek fakat bazı zamanlarda istemediğimiz sonuçlar elde ettiğimizde, bunun sorumluluğunu almayı reddedebiliriz. İçimizdeki şeytana farklı nitelendirmeler yapabiliriz. Bu belki iradesizlik, belki sahip olduklarından memnun olamama halidir. Ana karakter Ömer’in hayatı hakkında sahip olduğu seçenekleri kullanış biçiminde görüyoruz bunları.

Hikâye

Ömer İstanbul’da bir üniversite öğrencisidir. Okul dışında çok da önemsemediği bir postanede çalışarak aydın gibi gözüken fakat samimi olmayan bir arkadaş çevresine sahiptir. Uzaktan bir akrabasının tanıdığına aşık olan Ömer, bu kızın hayatına girmesiyle aslında içindeki şeytanla daha fazla yüz yüze gelecek ve seçimler yapacaktır. Macide ise Balıkesir’den konservatuar için gelmiş ve akrabasının evinden maddi problemler nedeniyle ayrılmış, babasını yeni kaybetmiş genç bir kızdır. Macide’nin tutunacak bir dal araması, Ömer’in de aşkı aramasıyla kesişen yolları, Ömer’in yaptığı hatalarla yokuşa sürüklenir.

Analiz

Bu iki insanın ilişkisi insanlarda görebileceğimiz çeşitli eğilimleri gözler önüne serer. Bu konuda genelleme yapmak doğru olmasa da Sabahattin Ali “içimizdeki şeytan bazen iradesizliğimizin, bazen tembelliğimizin ve hatta bazen de kararlarımızın sonuçlarını göze alamadığımızın yansımasıdır” der. İçimizdeki şeytan denilen bu olgu belki de insanın zayıf yönlerinin bir aynasıdır. Gerçek hayatta ise buna nefs, vicdan, irade, kötülük gibi çeşitli tanımlamalar atfedildiğini görebiliriz.

Karakter İkilemleri

Ömer başta oldukça istediği Macide’yi bir süre sonra yok sayar. Burada belki de kabul etmesi gereken şey bir süre sonra sevgisine sahip çıkamayışıdır. Macide ise Ömer’in zor zamanlarındaki desteğine minnettar olsa da bir süre sonra Bedri’yi istediğini inkâr edemeyecek duruma gelir. Bedri karakteri, Macide’ye karşı bir şeyler hissetse bile, Ömer ile olan arkadaşlığı ve Ömer’in Macide için yaptıkları adına duygularını bastırmıştır. Veznedar Hafız Efendi ise hapse giren kayınbiraderi için kasadan para almış, geri koymayı ümit etse bile bu işten zararlı çıkmıştır.

Ana Fikir

İnsan için kesin bir tanımlama yapmayı doğru bulmuyorum. İnsanın hayatına etki eden çok fazla faktör var. Seçimlerin ardında kişinin geçmişi, ailesi, kişiliği, yaşadığı zorluklar ve istekleri gibi çeşitli şeyler yer alıyor. Tüm bunlarla birlikte herhangi bir olay hakkında kesin yargıya varıp doğru veya yanlış demek tüm bu faktörleri göz ardı etmektir.

Herkesin kendine göre çıkarabileceği çokça anlam var bu romanda. Çıkarılacak anlamlar yanında da sorulacak bir dünya soru var. Örneğin burada iradeye olan bakış açısı seçimlerimizde ve bunların sonuçlarında kurban rolünü mü yoksa sorumluluk sahibi taraf olmayı mı seçeceğimizi belirler. Kurban rolünün kolay bir tarafı vardır. Bir şeylerden sıyrılıp, suçlayıcı olmak. Seçim yapan taraf olmak da sorumluluğu beraberinde getirse de, insana ben buyum ve bunu seçtim deme özgürlüğünü sağlar. Bu noktada sorulması gereken asıl soru belki de hangi tarafı seçmeyi tercih edeceğimizdir.

Benim gördüğüm ve etkilendiğim anlam ise: insanın kendisini hatasız görmesinin de her şeyi üstlenmesinin de anlamsız olduğudur. Belki orta yolu bulabilirsek, hataların olduğu siyahlıkta ve doğrularımızın olduğu beyaz arasındaki grilikte, bazen zayıf olabiliyor olmanın rahatlığıyla yaşayabiliriz.

En doğru gözüken insanın yanlış yapmayacağının garantisi olmadığı gibi, en kötü görünenin de bütünüyle kötü olduğu yargısına varmak içimizdeki şeytanla olan mücadeleyi yok saymak demektir. En başta yaptığım alıntıdaki hakikatten kaçma aslında insanın yaptıklarını kendisinden bağımsız bir şeye yükleme ihtiyacıdır. Eninde sonunda yaptıklarımızdan bizler sorumluyuzdur ve yine bunların sonuçlarını bizim üstleneceğimiz gerçeğinden kaçılmamalıdır.

Sevde Orhan | Psikolog

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir