Dostoyevski psikologların psikoloğudur. İnsan kalbinin derinliği onu sihirli bir şekilde çeker; bilinçdışı, bilinçaltı, anlaşılmaz olandır onun hakiki dünyası.

Stefan Zweig

Fyodor Dostoyevski, hiç şüphesiz Modern Rus Edebiyatının en önemli isimlerinden birisidir. Onun romanlarının en önemli tarafı insanın fenomenal yaşamının ve deneyiminin derinlerine inebilmiş olmasıdır. Çoğu zaman hissettiğimiz ama ifade edemediğimiz, hatta ifade edilmesinin mümkün olmadığını düşündüğümüz duygudurumları okuruz Dostoyevski romanlarında. Bunun karşısında ister istemez heyecanlanırız. “Karamazov Kardeşler” ve “Suç ve Ceza” gibi eserler belki de tüm dünya literatüründe bu durumun en sık hissedildiği romanlardandır. Dostoyevski’nin bir diğer meşhur eseri olan Yeraltından Notlar romanı da insana dair derin bir duyumu gözler önüne sermektedir.

Yeraltından Bir Kişi

Yeraltından Notlar romanının ana konusu “modern hayat ve insan” olarak belirlenebilir. Kendisini “yeraltından bir kişi” olarak tanımlayan başkarakter, tüm toplumsal yapı ve değerlere karşı tepkilidir. Sürekli olarak aynı sokakta karşılaştığı bir subaya yol verip vermeme konusunda yoğun ve uzunca şüpheye düşer, bunun gibi bütün sosyal ilişkileri takıntı haline getirir. Eski arkadaşlarını zorlayarak istenmediği bir buluşmaya katılıp onların ilişkilerine imrenmiş, fakat katıldığı buluşmadan hakaretler işiterek ayrılmıştır. Dış dünyayla ve sosyal çevreyle ilişkisi büsbütün bozuktur. Kitap, “Hasta biriyim ben… Huysuz adamın tekiyim. Çirkinim.” cümleleriyle başlamaktadır. İsmi bile verilmeyen ana karakter, kendi kimliğine karşı bütünüyle düşmanlaşmış ve yabancılaşmıştır. Bir kimlikten veya karakterden tamamıyla mahrum olduğunu düşünmektedir. Kötü bile olsa herhangi bir kişilik özelliğine sahip olduğuna emin olamaz ve bu durumdan ötürü büyük bir ıstırap duyar. “Tembellik de olsa, kuşku duymadığım belirli bir özelliğim olsa ne çok saygı duyardım kendime! Soru: ‘Nasıl biridir?’ Cevap: ‘Tembel!’” cümleleriyle ifade edilmektedir bu durum romanda. Başkarakter, tembelliğin aslında iyi bir özellik olmadığının farkındadır fakat kendisine ait herhangi bir kimliğe yoğun özlem duymaktadır.

Yeraltı, toplumdan kaçışın ismidir. “Çağımızda aklı başında olan her insan korkaktır, köle ruhludur ve ne yazık ki böyle olmak zorundadır.” diyen başkarakter, modern hayatı aynı zamanda bir tür duvara benzetmektedir. Bu duvarı yıkamayacağını bilmesine rağmen ona boyun bükmeyi de katiyen reddetmektedir. Sosyal ilişkilerdeki samimiyetsizliklerin farkına varır ve insanlar arası yabancılaşmadan bahseder. Tüm bunların farkına varıyor olmak da başkaraktere özgü bir eziyet olarak tanımlanmaktadır. Aslında Dostoyevski, bu karakterle yaşadığı çağın insanlarının nasıl yeraltına itildiğini tasvir etmektedir. 19. yüzyıl, Rus halkının geleneklerinin ve sosyal hayatının büsbütün dönüşüm geçirdiği bir dönemdir. Bu dönüşüm neticesinde ortaya çıkan ve bütün bireylere dayatılan bireyselci yaşam biçiminin tesirlerinin bir ifadesidir bu eser. İnsanlara karşı güven duygusunun yitirilmesi ve rekabet hariç bütün sosyal ilişkilerin dağılmasının anlatımıdır. Bu sosyal izolasyon peşi sıra bir “kimliksizlik” sürecini de getirmektedir. Rutin ve renksiz geçen günler zihinsel bunalımlara sebep olmaktadır. Kendisini “8. dereceden memur” olarak tanımlayan yeraltı adamı, yaşamının gayesini belirleyememekte, sadece yaşamı sürdürme gayesiyle çalışmaya devam etmektedir. Tam da bu sebeple uzun yaşamış olmasından dert yakınmaktadır.

Ne 19. Yüzyıl Rusya’sında ne de günümüz dünyasında insanların tamamı bütünüyle yeraltı adamına dönüşmemişlerdir. Gelgelelim, modernliğin getirdiği yaşam biçimi insanlığın tamamını az veya çok yeraltına itmiştir. Bu itiş, sadece güvensizliğe ve sosyal kopukluğa sebep olmakla kalmaz, aynı zamanda bireyin kendi karakter ve kişiliğini algılayışı üzerinde de büyük etkiye sahiptir.

Enes Bahadır Kömürcü

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir