Persona psikolojik film alanında bir başyapıttır. 1966 yapımı, dram ve gerilim türündeki filmin baş rollerinde Elisabeth Vogler adıyla Liv Ullmann ve Bibi Andersson yer alır. Filmin hem yönetmenliğini hem de senaryosunu Ingmar Bergman yapmıştır.

Filmin Konusu

Elisabeth ünlü bir tiyatro oyuncusudur. Elektra rolünü oynarken oyun esnasında aniden susar ve sonrasında konuşamaz. Bunun şaşkınlığıyla doktora gider ve doktor susmasının psikolojik veya fiziksel rahatsızlık sebebiyle olmadığını bilinçli bir tercih olduğunu söyler. Elisabeth bu söylenenlere de hiç bir tepki vermeyince doktor şunları söyler:

“Benim anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmak denilen o umutsuz düşü… Olur gibi görünmek değil, var olmak. Her an bilinçli, tetikte… Aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o yarılma… Baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık… Ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta belki de yok edilmek… Her kelime yalan… Her jest sahte… Her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi… İntihar etmek? Hayır. Fazlasıyla iğrenç… İnsan yapamaz ama hareketsiz kalabilir, susabilir. Hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip içine dönebilir. O zaman gerek kalmaz rol yapmaya, bir kaç farklı yüz taşımaya ya da sahte jestlere. Böyle olduğuna inanır insan. Ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer. Sığınağın yeterince sağlam değil. Her tarafından yaşam parçaları sızıyor ve tepki vermeye zorlanıyorsun. Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. Kimse sen gerçek misin yoksa yalan mısın demiyor. Bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir. Belki orada bile değil. Seni anlıyorum Elisabeth, susmanı anlıyorum. Hareket etmemeni anlıyorum. İsteksizliğini fantastik bir sisteme bağlamışsın. Anlıyor ve hayranlık duyuyorum. Bitene kadar bu oyunu oynamalısın. Ancak o zaman bırakabilirsin. Tıpkı diğer rollerini bıraktığın gibi bunu da yavaş yavaş bırakırsın.”

Persona Teorisi

Persona Carl Gustav Jung’un en temel teorilerindendir. Kökeni Yunan tiyatrosunda oyuncuların oynadıkları karakterlerin ayırt edilmesi için sahnede taktıkları maskelere dayanıyor. Jung’un teorisinde de persona bir maskedir; dünyaya adapte olmak ve toplumun içinde bir yer edinebilmek için taktığımız bir sosyal maske. Dünyaya gösterdiğimiz dış yüzler, başkalarının görmesine izin verdiğimiz kendimizin parçası personamızdır. Başkalarına gösterdiğimiz kişiliklerimizin maskesidir. Toplum tarafından tepki görmemek için gizlediğimiz yanımızı örten kostümdür. Böylece kendimizi tehlikelere karşı korur, çıkarlarımızı güvence altına alırız. Ailede evlat, okulda öğrenci, sahnede oyuncu… Tek bir personamız olmadığı gibi, personayı gerçek kişilikten ayırt etmek oldukça zordur. Eğer kişi, personalarından birine kendini fazla kaptırırsa, öne çıkan bu persona kişiliğin diğer arketipleriyle çatışır ve kişi kendine yabancılaşır. Egonun persona ile özdeşleştiği bu durum ‘şişme’ olarak tanımlanır. Bu bireyler rollerine kendilerini fazlasıyla kaptırmış, personalarının egemenliği altında kaybolmuşlar, kendi gerçekliklerinden kopmuşlardır.

Bir Anneliğin Eksik

Tam olarak Elisabeth’in başına gelen olay da buydu. Doktorun dediği gibi hayatının bir rolden ibaret olduğunu fark eden Elisabeth çareyi susmakta bulur. Elisabeth personasıyla özdeşleşmiş, kendi gerçekliğini kaybetmiştir. Bu yüzden bilinçli olarak susmayı tercih etmiştir çünkü böylelikle rol yapmayacak, yalan söylemeyecektir. Aynı zamanda eşi ve çocuğuna uzak kalma isteği bir savunma mekanizması olarak da ortaya çıkmış olabilir. Çünkü Elisabet’in Elektra rolünü oynarken susup kalması bir tesadüf olamaz. Annelik bağına ihanet etmiş mitolojik bir karakterle kendini özdeşleştirmiş ve toplumun zorla yüzüne geçirdiği annelik personası düşmüştür. Elisabeth’in etrafındaki insanların “bir kadın olarak her şeye sahipsin, bir anneliğin eksik” akıl vermelerine sonunda yenilip “genç ve mutlu anne” rolünü kabul etmiş. Gebe kaldığında kurtulmak istemiş ama beceremeyip nefretle bebeğin ölü doğmasını ya da doğar doğmaz ölmesini dilemiş, sonunda çocuğunu sevgisizliğiyle ölüme terk etmiştir.

Sonuç

Bu kadar derin değil de daha basit düşünürsek Elisabeth’in durumunu günümüzde burn-out yani tükenmişlik sendromu olarak adlandırabiliriz.

Film, aynı zamanda nevrozlarla, histeri ve apati ile doludur. Oyuncular bunu başarıyla yansıtmıştır. Çok fazla diyalog olmamasına rağmen film etkileyiciliğini ortaya koymuştur. Filmde çok fazla kopmalar görürüz. Bir bütün olarak algılanmakta zorlayabilir. Klasik bir anlatıya sahip değildir. Film biterken ‘son’ yazısını dahi göremeyiz. Varoluşsal sorunlara psikoloji biliminin katkısıyla eğilen Bergman, yaptırdığı yüzleştirmelerle film sonunda seyirciyi kendisiyle baş başa bırakır.

Gülşah Özen | Psikolog

Kaynakça

  • https://www.academia.edu/19122844/Bergman_s_Persona_According_to_Formalist_Theory (Erişim Tarihi: 01/06/2019)
  • https://www.hayalperdesi.net/sinefil/9-persona-alni-acik-bir-muamma.aspx (Erişim Tarihi: 01/06/2019)
  • https://dusunbil.com/persona-ingmar-bergmanin-basyapitindan-esinlenen-bes-film/ (Erişim Tarihi: 01/06/2019)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir