Sevgi Soysal’ın Barış Adlı Çocuk kitabında yer alan Eskici hikayesinin analizi

Yerde Kırık Bir Bukağı, Nereyeydi Bu Koşuş?

Uzaklık nedir? Her zaman iki sabit arasındaki mesafeden mi ibarettir, kilometrelerle mi ölçülür? Peki ya insanın doğaya ve kendi özüne olan mesafeleri… Toplumun ve metanın demirden zincirlerinin, insanın “asıl” olanla arasına koyduğu mesafe; yabancılaşma…

Yabancılaşma

Sosyolojik bir tanımla yabancılaşma bireyin kendi ürettiklerinin egemenliği altına girerek doğadan ya da kendisinden uzaklaşmasıdır. Marx yabancılaşmayı insanın kendi ürettiği kültür ve toplumun bir parçası olmasının sonucu olarak doğaya yabancılaşması ve kapitalist sistemin bir parçası olmasının bir sonucu olarak kendi ürettiği metaların tahakkümü altına girerek kendine yabancılaşması olmak üzere iki başlığa ayırır. Sevgi Soysal’ın “Eskici” hikayesi de metadan uzaklaşıp doğaya ve toplumdan uzaklaşıp kendi özüne dönme konuları etrafında yabancılaşma olgusunu ortaya koyan bir hikayedir.

Meta Fetişizmi

“Kimileri ormana, güneşe ve bol ışığa hasret duyar, ama bu insanlara genelde karşı çıkılması gereken hasta gözüyle bakılır. Eğer bir kimse bu taşlar arasındaki hayattan memnun değilse, şöyle denir: Bu anormal bir insan!”* Erich Scheurmann’ın Göğü Delen Adam adlı eserinin başkarakterinin Papalagi’ye** seslenişi Sevgi Soysal’ın hikayesiyle oldukça paralellikler içermektedir. Şehrin karanlığında, apartmanlar içerisinde, eşyanın arasına sıkışmış baş karakter dört duvara sığamamaktadır. Rekreasyon alanlarının yetersiz olduğu kent yaşamı, sınırsızca koşmak istemesinden de görülebileceği gibi, karakterin doğaya güçlü bir özlem duymasına sebep olmaktadır. Eşyanın yaptığı nasıl bir baskı vardır ki insan eşyayı bir yük gibi hissederek doğaya kaçmak istemektedir? Meta süreç içerisinde kendisine verilen ihtimam sonucu insan hayatında öyle bir yer eder ki özerk bir nitelik kazanarak bir güç haline gelir ve insan, kendi ürünü olan metanın tahakkümü altına girer. Bu duruma da “Meta Fetişizmi” denir. Soysal’ın baş karakterinin hissettiği baskı bu tahakkümdür ve karakterin kırarak doğaya kaçmak istediği zincirler*** bu tahakkümün bir sonucudur.

Metin dikkatle incelendiğinde baş karakterin tek problemi eşyayla değildir. Toplumuyla da sorunları vardır. Yazar, “Nasıl kurtulmalı bu eşyalardan?” dedikten hemen sonra “bu eşyalar adına yapılan sinsi toplama ve çıkarmalardan, ovuşturulan ellerden, para saymaya başlayan şişman kentliden, gözleri camekanda kadından***” bahsetmektedir. Karakterin toplumla bir kavgası vardır ve aslında bir açıdan da kaçıp kurtulmak istediği eşyalar, kurtulmak istediği kentlileri sembolleyen nesnelerdir. Kent yaşamının getirdiği rekabet, biriktirme hırsı, gösteriş, alışveriş çılgınlığı toplumsal bağları yıkarak yerini insan ve meta arasındaki bağa bırakmıştır. Öyle görünüyor ki bu zihniyetteki toplumun bir parçası olamayan karakter, attığı eşyalarla ayrıca eşyaya prangalı kitlelerden de uzaklaşmak ve kendiyle baş başa kalmak istemektedir. Nitekim hikayenin sonunda karakterin camekanda gördüğü kendi yüzüdür ve yansımasını izlerken etrafındaki her şeye karşı bir üstünlük duygusuna kapıldığını söyleyerek adeta kendi dışındaki şeylere onu sıkıca bağlayan bu prangalardan kurtulduğunu ifade etmektedir.

Başkarakter doğal olana, doğaya ait olduğunu düşünerek toplumun her türlü yapmacıklığını reddetmekte ve eşyaları yok ederek toplumun ve metanın kendisine vurduğu bukağıyı kırmaya çalışmaktadır. Soysal’ın ifadeleriyle karakter “Koştukça hızlanıyor, kayıyordu. Kahkahalar atıyordu.***” Nereyeydi bu koşuş? Gösterişten uzak olana, yalın olana, doğal olana, doğaya, kent toplumundan uzağa, belki en çok da kendi özüne…

Feyza Betül Tunceroğlu | Psikolog

*Scheurmann, E. (2014). Göğü Delen Adam (Papalagi). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
**Papalagi: Göğü Delen Adam adlı kitapta beyaz adamın modern dünyasına doğanın gözüyle bakan
bir kızılderilinin beyaz adamlara verdiği isim.
***Soysal, S. (1976). Barış adlı çocuk (Vol. 254). Bilgi yayınevi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir