Sineklerin Tanrısı, 1954’te William Golding tarafından yayımlanan, bir kaza sonucunda ıssız adaya düşen çocukların yaşam ve umut macerasını anlatan bir hikayedir. Hikaye, yaşları 6 ile 12 arasında değişen çocukların adada hayatlarını devam ettirebilmeleri için sistemler kurmalarını ve bu sistemlerin işleyişini anlatmaktadır. Başlarında bir yetişkin olmadan yaşam mücadelesi veren bu çocukların psikolojik iyi oluş hallerini birkaç açıdan incelemek mümkündür.
Hikaye
Hikaye, Ralph ana karakterinin Piggy ile karşılaşıp tanışması ve sonrasında tüm çocukların biraraya gelip konuşmasıyla başlar. Çocuklar böylesine ışıltılı bir adada diledikleri kadar oyun oynayıp, meyve yiyecekleri için mutludurlar. Artık onların süperegolarını oluşturan “ceza ve kural” gibi ebeveyn sınırlamaları yoktur. Ancak adada yaşayabilmek için bir düzen oluşturmak şarttır. Bu düzenin sağlanabilmesi için en büyük çocuklar Ralph ve Jack başrolü almıştır. Ralph başkan seçilmiş ve düzen için bazı kurallar konulmuştur. Bu kurallar, sembolik olarak çocukları onlara haz verecek şeylerden alıkoyacak sosyal düzenlemelerdir. Süperegolarının gelişmesini sağlayacaktır. Örneğin; denizkabuğunu elinde tutanın konuşma hakkı olması gibi. Ayrıca ateş yakma görevini yapmayı unutan ve bu yüzden kurtulma şanslarını ellerinden kaçıran Jack ve grubu süperegoları aracılığıyla utanmış ve Jack özür dilemişti. Özür dilemek id’in agresiflik, yok etme, sömürme güdülerine oldukça tersti ama Jack’in önceki sosyal çevresinden az da olsa getirdiği bir süperegosu vardı. Jack ve diğerleri kendilerini mükemmel uygar Britanyalı bireyler olarak tanımlamışlardı. Önceki hayatlarından gelen bu içiboş kimlik, Jack’i gösterişle de olsa özür dilemeye sevk etmişti.
Karakter Analizi
Jack id’in uygunsuz isteklerinden kaçınırken oluşacak kaygıdan kurtulmak için ego savunması da yapmıştı. Jack kendi gücünün Ralph tarafından kesildiğinin farkında ve onun otoritesine boyun eğmek zorunda olduğu için ona olan nefretini “yer değiştirme” (displacement) yaparak oldukça zayıf bir tehdit olan Domuzcuk’a yani Piggy’ye yöneltmişti. Gözlüğünün bir camını kırarak onu dövmüştü.
Zamanla Jack’in süperegosunun egoya olan baskısı, id’in egoya olan baskısından daha sönük kalmıştır. Çünkü Jack kendi gücüne güvenerek ona ceza verecek bir otoritenin olmadığını fark etmiştir. Bu farkındalık ile id’in egoya baskısı daha da artmış ve bir zaman sonra Ralph, id’in kölesi durumuna gelmiştir. İd’in haz prensibine uyarak temel dürtülerinden biri olan agresiflik duygusu üzerine avcılık yapmış, kan dökmüş, çocukları dövmüş ve cinayetler işlemiştir. Ralph’in seçilmiş bir sözsahibi olmasına saygı duymayıp kendi kabilesini kurmuştur. Bu kabilede kendisine köle olması için çocukları en temel ihtiyaçları ile kandırmış/ikna etmiştir; onlara et vereceğini söylemiştir. Süperegosu henüz oluşmuş çocuklar ise kendini gerçekleştirmek için elzem olan temel ihtiyaçlara ulaşınca (yaşları gereği hiçbir yargılamada bulunmadan) kabileye katılmışlardır. Uyarımsız koşullanma (Operant conditioning) ile de Jack’in kurallarına uyma karşılığında ödül olarak et almayı öğrenirler. Dahası, Jack’in sözüne uymadıklarında ceza almayı da yine uyarımsız koşullanma ile öğrenirler.
Jack ayrıca, avcılık yapınca id’ini tatmin ettiği için avcılık ve savaşçılık onun kabilesinin en önemli işi haline geliyor. Hikayede Jack’in ilk avcılık deneyiminde, hayvana bıçağı saplayamadığı yazıyor. Bunun sebebi Jack’in ilk başlardaki süperegosunun getirdiği vicdandır. Fakat içselleştirilmemiş olan bu vicdan otorite figürü olmadığında zamanla kaybolmuştur.
İd’in tamamen köle olmak Jack’i farklı bir kimliğe soktu. Eski kimliğinin bazı kalıntılarını tamamiyle silmeye ve ego–kimlik (ego-identity) aşamasını yeni kimliğiyle oluşturmaya, öncelikle ismini ve yüzünü değiştirerek başladı. Yeni kabilesinde ismi Jack değil Şef’ti ve yüzü de maskeliydi. Eski kimliğiyle saygı duymak zorunda olduğu Ralph’a artık saygı duyması gerekmiyordu. Çünkü artık farklı bir kimliği vardı. Bu kimlikle Ralph’a duyduğu kini açıkça dile getirebiliyor ve onu feci şekilde öldürme hazırlıkları yapıyordu.
Ralph ise Jack yaşlarında güçlü bir çocuktu. Seçimle grubun başına gelmişti. Olayları gerçekçi bir perspektiften düşünüyordu. Adeta grubun ego’su gibi davranıyordu. İçindeki üstünlük kurma/gruba sözünü geçirme isteğini dizginleyerek demokratik bir grup oluşturmaya çalışıyor ve bu esnada adadan kurtulmak için çareler arıyordu. Bu arayış esnasında grup için uzlaşma bulmaya çalışıyordu. Ralph ve Piggy arasındaki çatışmada da orta yolu bulmaya çalışıyordu.
Ralph biyolojik gelişimi gereği onu daha soyut ve planlı düşünmeye sevk eden bilişsel aşamayı geçiriyordu. Olayları anlamaya çalışmaya başladı. Anlamak, bir şeyleri öğrenmeye başlamak için ilk adımdır. Ayrıca bu dönem Ralph’in ego-identity’ye başlayacağı bir dönemdi. Kimliğini kazanmaya başlarken bazı değerlerinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Örneğin; Jack’in grubunun yaptıklarını hiçbir zaman doğru olarak kabul etmedi.
Ergenlikle beraber Ralph’in ahlaki düşünceleri de olgunlaşmaya başlamıştı. Ralph’in conventional aşamada olduğunu söyleyebiliriz. Cezadan ve dövülmekten korkmayı bırakmış, karşı gelmek ya da dışlanmak pahasına da olsa vicdanının doğru olarak kabul ettiği şeylerin peşinden gitmeye başlamıştı. Ayrıca insanlarla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyordu. Örneğin; Jack diğer insanlara karşı oldukça olumsuz bir tutumda bulunmasına rağmen, Ralph onunla iyi geçinmeye çalışıyordu.
Grubun süperegosunu sembolleyen kişiler ise Piggy ve Simon’dı. Bilge çocuklar olarak görünüyorlar; nasıl davranılması, nasıl yollar izlenmesi gerektiğini biliyorlardı. Grubun egosu görevini almış Ralph’i, id’in isteklerine uymaması konusunda uyarıyor, ahlaki olarak doğru olana yönlendiriyorlardı. Düzene, mantığa ve kurala uyulması gerektiğini söylüyorlardı. Örneğin; Piggy denizkabuğu elinde olmadan konuşulduğu her zaman uyarıda bulunuyordu. Ayrıca Piggy ve Simon bir canavarın varlığına hiçbir zaman inanmamışlardı. Piggy bunun mantıksız olduğunu söylüyordu.
Ne var ki bu iki karakter de fiziksel olarak yeterli/tatmin edici olmadığı için düşüncelerini diğer çocuklara çok benimsetemediler. Çünkü sosyal psikoloji gereği insanlar genelde fiziksel olarak çekici/tatmin edici, benzerlikleri ve ortak noktaları çok olan insanlara riayet ederler.
Sonuç
Kitabın sonunda ikisi de öldü. Bu ölüm, yazarın id ve süperegonun çatışmasında mantık tarafını kaybedip, sömürücü kuvvetlerin ayakta kalacağını söylediğini ve karamsar bir bakış açısına sahip olduğunu gösterebilir.
Grubun diğer üyeleri ise çocuklardı. Onlar adadan kurtulma yollarını düşünmüyor ve her çocuk gibi oyun oynuyorlardı. Ahlaki olarak pre-conventional seviyede oldukları için düşündükleri tek şey ceza almamaktı. Süperegoları henüz oluşmamıştı. Nasıl davranmaları gerektiğini gözlemleyerek öğreniyorlardı. Onlara ödül aldıracak davranışlara yöneliyorlardı. Böyle bir sosyal öğrenmeyle çocuklar Jack’in yüzünden birer savaş askerine dönüşmüşlerdi. Ayrıca oyun sanarak yer aldıkları öldürme ayinleri, onların öldürmekten zevk alma olumsuz davranışının pekiştiricisi olarak rol oynamıştır. Çünkü oyun çocuğun kişiliğini, davranışlarını ve iç dünyasını şekillendiren önemli bir faktördür.
Gruplara ayrılmak da çocukları oldukça etkilemiştir. Çocuklar, grup içi önyargısı dediğimiz kendi grubunu diğer grup(lar)dan üstün görme ve diğerlerine karşı nefret duyma psikolojisine girmişlerdir. Diğer grup “onlardan” olmadığı için onları bir düşman olarak görmüşlerdir.
Sonuç olarak Sineklerin Tanrısı, yetişkin yardımı görmeyen çocukların hayat mücadelesini ve psikolojik iyi oluş hallerini çok iyi bir şekilde dile getirmiştir. Çocukların psikolojileri sosyal, ahlaki, biyolojik, bilişsel ve öğretisel açıdan birçok faktörden etkilenmiştir. Hikayenin sonunda ise çocuklar kurtulmuş ancak adanın eski halinden eser kalmamıştır. Şüphesiz ki çocukların ada macerası, onların ileriki hayatlarını psikolojik açıdan oldukça etkileyebilecek bir anı olarak kalacaktır.