11 yaşındaki Riley’i ve onun duygularını konu alan filmde her karakter için 5 duygu seçilmiş; Neşe, Korku, Üzüntü, Öfke ve Tiksinti.

Filmde bu duygular üstünden 11 yaşındaki Riley’in hayatı konu ediliyor. Ben ise filmin bize yansıttığı mesajlardan bahsetmek istiyorum. Inside Out bir animasyon, bu yüzden çocuklara yönelik olarak düşünülse de filmin hitap ettiği kitle yetişkinler. Çocuklar için duygu kavramı veya duyguların gerçek hayattaki karşılığı soyut kalabilirken, yetişkinlerde anlatılmak istenen mesaj yerine ulaşacaktır diye düşünüyorum.

Neşe

Filme gelecek olursam yukarıda bahsettiğim üzere beş duygu seçilmiş. Ana duygu ise neşe. Neşe tüm duyguların yöneticisi konumunda. Korkudan güvende tutma, tiksintiden bedenen ve sosyal yönden koruma, öfkeden adillikten takıntılı olmak olarak bahsediliyor.

Çekirdek anı kavramından bahsediliyor. Bu kavram hayatımızı etkileyen ve kişiliğimizin oluşmasında ana etken olarak var olan anılar içeriyor. Ana karakter Riley’in ilk çekirdek anısı ise dünyaya geldiği ilk an ailesinden gördüğü sevgi. Her çekirdek anının kişilikte bir yönü güçlendirdiği söyleniyor. Hayatımıza baktığımızda hafızamıza kazınan ve bizi etkileyen olayların gerçekten kişiliğimizin oluşmasında nasıl etkili olduğunu görebiliyoruz. Herkesin kişiliği farklı. Filmde de Riley’in kişilik adaları var. Örneğin ailesiyle ilgili güzel bir an yaşadığında aile adası güçleniyor yani kişilikte ailenin yarattığı olumlu etki artıyor diyebiliriz. Biz uyuduğumuzda, derin uyku evresine geçtiğimizde anılar uzun süreli belleğe aktarılıyor. Filmde bunlar çeşitli figürlerle anlatılıyor.

Neşe, karşımıza her şeyi yönetmeye çalışan bir duygu olarak çıkıyor. Aslında günlük hayata baktığımızda bunun yansımasını görebiliyoruz. Şöyle ki her zaman, her koşulda mutlu olmalıyız;asla moralimiz bozulmamalı algısı var. En ufak bir moral bozukluğunda çevremizden bunda üzülecek ne var, ağlama vb. gibi tepkiler görüyoruz. Sürekli mutlu olmak gerek dayatması var. Neşe figürü üstünden de her şeyin hayatımızda her an yolunda gitmesi gerektiği, sürekli mutlu olma baskısı anlatılıyor.
Üzüntü ise neşenin aksine her şeyde kötü bir yan arıyor. En mutlu görünen anlarda bile hüzünlü bir yan bulabiliyor ve o anıyı hüzünlü hatırlıyor. Bu, Neşe tarafından çok saçma olarak adlandırılsa da düşündüğümüzde günlük hayatta herkesin başına gelen bir şey. Uzun zaman sonra aklımızda güzel yer edinen bir anıyı düşündüğümüzde hüzünlü detaylar hatırlayabiliyoruz.

Duyguların Çekişmesi

Filmde Neşe, sadece mutlu anlar yaşanması gerektiğini düşünerek diğer duyguların yaşanmasına engel olmaya çalışıyor ve onları bastırıyor. Bastırarak her şeyin yoluna gireceğini düşünüyor. Fakat istese de buna engel olamıyor. Bu aslında bizim farkında olmadan kullandığımız bir savunma mekanizması. Bastırarak asıl hissettiğimiz duyguları gölgeliyoruz. Genelde olumsuz duygularımızı bastırıyor ve sadece olumlu duygular yaşamamız gerekiyor gibi bir düşünceye kapılıyoruz.

Ana Tema

Filmde de aslında anlatılmak istenen mesaj bana göre şu: Olumlu duygular kadar olumsuz duyguların varlığını da kabul etmeliyiz. Olumsuz duygulardan kaçmaya çalışarak bir yere varamayız veya daha iyi hissedemeyiz. Hayatta her zaman güzel şeyler olmuyor. İlk önce bunun kabulüyle başlamalıyız. Peki bu kabul nedir?

Kabullenmek

Biz kabulü artık olumsuz şeyler hissetmezsek, aklımıza olumsuz şeyler gelince üzülmezsek olur sanıyoruz. Bunları yapmak pek mümkün olmuyor çünkü zaten insan doğasında bunları yaşamak var. Kabul, olumsuz hiçbir şey yaşamamak veya olumsuz şeyleri hatırlamamak değildir. Karşı karşıya bulunduğunuz olguyla savaşmak size kazandırmaz. Ne zaman ki bunu kesersiniz işte o zaman kabule başlarsınız. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri her yönüyle heybemize katıp yolun geri kalanını öyle yürümek düsturunu edinmeliyiz. Önemli olan acısıyla, tatlısıyla geçmişte yaşananları da alıp kalan yerden devam edebilmek. Kısacası bu olumsuz duygulara da hayatta yer açabilmek.

Peki bu ne demek? Hayatta hiç olumsuz bir şey olmayacak diye kendini kısıtlamak yerine izin vererek kendine haksızlık etmemek demek. Kaygıya, korkuya, üzüntüye kapımız açık ama hayatı yaşamamıza engel değil, olmamalı demek. Yine savunma mekanizmalarımızı düşünürsek tehlike anında kaç veya savaş tercihi yapmamız gerekiyor ve biz kolay olanı, kaçmayı tercih ediyoruz. Asıl yapmamız gereken ise yüzleşmek. Tüm olumsuz duygular gelsin ben burdayım, bir yere gitmiyorum demek.

Neşe duygusu, merkezde o olmadan Riley’in asla mutlu olamayacağını ve diğer duygular ortaya çıktığı takdirde onu mahvedeceğini düşünüyordu. Bir yerden sonra Riley bomboş hissetmeye ve ailesiyle sorunlar yaşamaya başladı. Çünkü insanın temel iki duygusu sayılabilecek olan neşe ve üzüntü filmde uzun süreli bellek olarak gösterilen yere yanlışlıkla gitmişti. Neşe buradan tekrar duyguların yönetildiği merkeze gitmeye çalışırken yine bencilce davranıyordu. Riley’in hayatına mutlu devam edebilmesi için sadece kendisinin olması gerektiğini vurguluyordu. Sonrasında Riley’in küçük yaşlardaki hayali arkadaşı Bing Bong ile karşılaştılar. Bing Bong duyguların yönetim merkezine gitmek için ‘düşünceler treni’ni kullanabileceklerini söyledi. Peki bu düşünceler treni metaforu nedir?

Düşünceler Metaforu

Beynimizin sürekli düşünmek üzerine kurulu olduğunu biliyoruz. Onun işi düşünmek. Bazen anlamlı, bazen saçma, bazen kaygı uyandırıcı, bazen mantıklı. Uyanıkken beynimiz hiç durmadan düşünce üretmeye devam eder. Genelde bu cümleleri obsesif kompulsif danışanlara bunun aslında normal olduğunu anlatmaya çalışırken kullanırız. Bunun farkındalığını yaratmaya çalışırız. Filmde de bu işleyiş şöyle anlatılmış. Riley uyanıkken düşünceler treni hızla işlemeye devam ediyor. Uykuya geçtiğinde ise duruyor ve bu sefer rüyalar alemi gün yüzüne çıkıyor. Düşünceler, rüyalar üstünden veriliyor. Günlük yaşanan olaylar rüyalarda daha korkunç bir senaryoyla tetiklenerek tekrar yaşanıyor. Kabus gördüğümüzde ise uyanıyoruz. Bu detaylar filmde herkesin anlayabileceği şekilde basit metaforlarla anlatılıyor. Herkes tarafından bilinçaltı olarak kullanılan esasında bilinçdışı olan kavramdan da sorun çıkaranların götürüldüğü yer olarak bahsediliyor.

Düşündüğümüzde aslında en büyük korkularımızı, kaygılarımızı, düşünmek istemediğimiz şeyleri, tatsız olayları, bizde yara açan travmaları bastırarak bilinçdışımıza gerçekten gönderiyoruz. Bunlar buzdağının görünmeyen kısmı olarak hep en derinlerde yaşamaya devam ediyor ve tetikleyici bir şey olduğunda gün yüzüne çıkıyor.

Unutulanlar Uçurumu

Bir de unutulanlar uçurumu metaforu yer alıyor filmde. Burada önemli olmayan hatıralar bir daha geri gelmemek üzere siliniyor, önemli olanlar ise uzun süreli bellekte yerini alıyor. Bazen de biz farkında olmadan çok önemsiz görünen bir şey hafızamıza kazınıyor. Filmde bu, eski bir reklamdaki şarkı olarak örnek verilmiş. Ansızın akla gelerek dilimize dolanıyor mesela. Riley’in hayali arkadaşı Bing Bong da artık bir daha geri gelmemek üzere silinen hatıralardan oluyor.

Peki sonra ne oluyor? Neşe tek başına yönetim merkezine gidemeyeceğini fark ediyor. Yani Üzüntü’nün ne kadar gerekli olduğunu görüyor. Bir şekilde yönetim merkezine dönüyorlar ve Riley şaşırtıcı bir şekilde Üzüntü’nün yardımıyla eski mutlu günlerine dönüyor.

Hüzün

Tüm film aslında Neşe’nin liderliğinde dönerken esas anahtarın Üzüntü olduğunu anlamak birçok izleyici için şaşırtıcı bir durum olmuş. Ama bence bu, filmi esas güzel yapan nokta. Anlatılmak istenen mesajın finalde çok net verildiğini düşünüyorum. Hüzün hayatımızın olmazsa olmaz bir parçası. Yapbozun bir parçası eksik kaldığında tablo yerine ne koyarsanız koyun tamamlanmıyor. Her duygunun yeri bizim için ayrı. Her birini yaşamak bizde hayata dair yepyeni sayfalar açıyor.

Bence psikolojik dayanıklılığın dayandığı esas nokta burası. Psikolojik iyi oluş sadece güllük gülistanlık bir hayat yaşamakla olmuyor, aksine her duyguyu yaşayarak oluyor. Unutmamamız gerek ki hiçbir olay bizde başlı başına sadece bir duyguyu uyandırmaz. Elbette ki hafızamızda yer alacak baskın olan duygular olabilir. Başlarda da söylediğim gibi başımıza gelecek ne olursa olsun, ne yaşayacak olursak olalım, ne hissedersek hissedelim bunlara izin vermeliyiz. Hayatımızda her duyguya yer açmalıyız. Bazen olumsuz görünen bir duygu, olumlu bir duygunun kapısını açabilir.

Diyeceğim odur ki, her duyguyu yaşamaya hakkımız var. İşe bunu farkında olmakla başlayalım. Hayat dediğimiz, içinde bulunduğumuz yol; zaman zaman engebeli, kimi zaman yağmurlu, kimi zaman ise çiçek bahçesi. Bizim elimizde olan sadece bunu bilerek yolda nasıl yürüyeceğimizi farkında olmak. Çünkü maalesef önümüzde ben burayı atlamak istiyorum diye bir seçenek yok. İnsan olmanın gereği bazı olumsuz duygularımız çevre tarafından sorunmuş gibi algılanıyor. Halbuki hepsi bizim için. Ne zaman ki bu duygulardan kurtulmak yerine varlıklarını kabul ederiz; işte o zaman engebeli yollarda yürümeye devam edebiliriz. Elbette ki bize düşmemenin garantisini kimse veremez. Çünkü bu da hayatın gerekliliklerinden. Velhasıl kelam düşmek de kalkmak da bizim için. Filmin bende uyandırdığı ana mesajlar bunlardır.

Zeynep Canbaş Özmen | Uzman Psikolog

Comments (5)

  1. Çok seviyorum bu yazınızı. Daha önce de okumuştum. Fotoğraflar da vardı. Bir sorun mu oldu? Umarım aklımda yanlış kalmıştır. Sorun olmasın.

    1. Merhaba.
      Zaman zaman sitedeki yazılar gözden geçirilmekte ve günümüz teknolojik cihazlarına uyumlu hale gelebilmesi için revize edilebilmektedir. Ancak eski güncellemeleri tekrar sağlamaya çalışacağız. İlginiz için teşekkür ederiz.

  2. Emekli olmama az kaldığı için yeni hobiler edinmek adına biraz araştırma yaparken sitenize rastladım. Oldukça detaylı çalışmalarınız var. Bundan sonra sitenizi takip edeceğim. Elinize sağlık…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir