İnsan rahme düştüğü ilk andan itibaren bir kimlik oluşturmaya başlar. Doğduğunda ise zaten değiştiremeyeceği bazı gerçekleri de beraberinde getirir. İlk etapta, içinde bulunacağı çevreyi ve ailesini seçemez. Bu kimlik ilerleyen zamanda ailesinin tutumu, yaşadığı yerin kültürü ve gerektirdikleri gibi birçok şeyden beslenir. Çocuğun küçük yaşlarda çok fazla müdahale edemediği kimlik oluşumu yıllar geçtikçe yönlendirilebilmeye başlar. Hangi oyuncağı seçebileceğinden ilkokul çağında hangi deftere sahip olabileceğine kadar bir sürü alternatifle karşılaşır. Yalnızken hangisiyle oynamak istiyorsa o oyuncağı seçen çocuk, birden fazla çocuğun olduğu ortamda çoğunluk ne tarz ile oynuyorsa ona yönelebilir.

Popülarite

Küçük yaşlarda deneyimlediğimiz seçimler ve sonuçları kişilik yapımızda kalıcı olabilir. Değişime en açık olduğumuz çocukluk ve ergenlik yıllarından sonra kişinin daha az yönlendirilmeye izin vereceği dönemlere erişiriz. Küçük yaşta seçimlerimizi daha çok o anki güdülerimiz, kimi zaman ise ailemiz belirlerken büyüdükçe ve farklı çevrelerde bulundukça bu durum başka etkenlere de açık hale gelir. Bu etkenlerden en önemlisi ise şüphesiz popülaritedir. Her insanın kendine özgü bir kimliği varken popülarite toplumun tek düze hale gelmesine neden olur. Bireylerin kendine özgü düşünce ve seçimlerini gölgede bırakır. Bireyler neden popülariteye ayak uydurmak zorundadır sorusunu soracak olursak, toplumdaki çoğu birey diğer bireyler tarafından dışlanma korkusu yaşar. Dışlanma korkusu yaşayan ve yaşamındaki tercihlerini başkalarının onaylayacağı şekilde yapan bireyler hayatında türlü psikolojik sorunlar yaşayabilir. Giyeceği kıyafetten okuyacağı kitaba kadar kararlarını özgün şekilde vermekten çekinir. Kitap alırken okumak istediğine değil en çok okunanlar rafına yönelir. Kıyafetini seçerken diğerlerinin son zamanlarda ne giydiğine bakar. Bu durumun günümüzdeki en büyük sorumlularından biri de sosyal medyadır.

Sosyal Medya ve Kimliksizlik

Sosyal medyanın insanlar tarafından üstünlük yarışı için kullanılmaya başlanması zararlı bir rekabet ortamını da beraberinde getirdi. İçilen kahve, gezilen mekanlar vb. seçilirken kaliteden ziyade sosyal medyada en çok tercih edilenler öncelikli hale geldi. Kişi kendi tercihlerini bir kenara bırakarak çoğunluğun tercihleriyle kendine yeni sahte bir kimlik oluşturmaya başladı. Bir pazarlama tekniği gibi “kendimi nasıl yansıtırsam daha çok insan beni arasına kabul eder ve bana hayranlık duyar?” mantığıyla hareket etmek tercih edilmeye başlandı. Çoğunluk tarafından kabul edilme, sevilme gibi olgular bireyi ilk etapta iyi hissettirse de uzun vadede bir kimlik bunalımına sebep olabilir. İçindeki gerçek beni yansıtamayan birey ise kendisini bastırmaktan yorulabilmektedir. Kendisine “ben aslında kimim, ne istiyorum, gerçekten istediğim hayat bu mu?” gibi sorular sormaya başladığında, istediği cevapları veremeyince ciddi düzeyde bir endişeye kapılabilmektedir.

Toplumdaki endişeye kapılan bu grup son zamanlarda farklı çözümler üretmeye başladı. Gösterişli şehir hayatından tekrar sakin bölgelere dönüşler oldu. Bir hevesle terk edilen köylere tekrar yazlıklar yapılmaya başlandı. Adını çokça duyduğumuz aynı zamanda bir trend haline de gelen “minimalizm” akımı yayılım gösterdi. Gösterişten uzak sade bir hayat yaşamayı seçen bu grup kıyafetlerinde, mobilyalarında ve yaşamında küçülmelere yöneldi. Butik atölyelerin sayısında artış meydana geldi. Farklı bir şeyler bulma arayışına giren bu insanlar piyasada aradıklarını göremeyince bir şeyler üretmeye başladı. Bunları hayat tarzı haline getiren kesimin yanında bu anlayış içinde olmadığı halde “mış” gibi yapan kesim de su üstüne çıktı. “Grubun ne kadarı gerçekten farkında, ne kadarı bunun da trend olmaya başladığını düşünerek öyle gözükmeye çalışıyor?” sorusunun cevabı ise bir muammadan ibaret.

Elif Çalışkan | Psikolojik Danışman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir