Aile Hayatı

Aaron T. Beck 1921’de Amerika Birleşik Devletleri’nde göçmen bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babası sosyalist bir matbaacıdır. Beck, doğmadan önce gripten ölen kız çocuklarının acısını atlatamayan ailesi ona karşı korumacı bir tavır sergilemiştir.

Sosyal Hayatı

Beck sosyal aktivitelere ilgilidir ancak çocukluğu sorunlu geçmiş ve sosyal hayatı, geçirdiği bir ameliyat sebebiyle kesintiye uğramıştır. Fiziksel aktivitelere katılamaması nedeniyle okuma ve araştırmaya yönelmiş ve zamanının büyük kısmını bunlarla geçirmiştir. Akademik anlamda oldukça başarılıdır. Boğulmaktan, yaralanmaktan, tünellerden ve topluluk önü konuşmalarından kaygılandığı ancak ileride bu tip kaygılarının onun kuramını oluşturmasına yardımcı olduğu bilinmektedir.

Eğitim Hayatı ve Psikanaliz

Tüm bunlarla birlikte yaşıtlarından bir sene önce okulu bitirip, Yale Üniversitesi Tıp Fakültesini kazanmıştır. Mükemmeliyetçi bir kişiliği olduğu bilinen Beck, sinir sistemi üzerinde titiz bir şekilde çalışılan Nöroloji alanına oldukça ilgiliydi. Psikoloji’ye ilgisi olmamasına karşın, özellikle o yıllarda büyük gelişme gösteren psikanaliz sayesinde bunun sinir sisteminden çok daha büyüleyici olduğu sonucuna varmıştır.

Psikiyatr olduktan sonra Kore Savaşı’nda gönüllü olarak başasistanlık yapmıştır. 1958’de psikiyatri uzmanı olan Beck ilk makalesini Şizofreni üzerine yazmıştır. Sonrasında psikanaliz eğitimi alarak hayatına devam etmiştir. 1960’lı yıllarda deneysel bakış açısı ağırlık kazanırken, psikanalizin ölçülebilir olmadığına yönelik eleştiriler, Beck’in bunu kanıtlama yoluna girmesine neden olmuştur.

Bilişsel Davranışçı Terapi’ye İlk Adım

Psikanalizi savunmak amacıyla girdiği bu yol onun Bilişsel Davranışçı Terapi Kuramı için temel adımı olmuştur. Depresyon üzerine çalışma yürütüp hastaların rüyalarını yorumlamıştır. Depresyonu seçmesinin sebebinin ölen kız kardeşinin ölümünü atlatamayan annesinin ruh halinden etkilenmesi olduğu düşünülmektedir.

Tüm bunları incelerken sonucunu, o zamanlar içinde bulunduğu ve savunduğu psikanaliz ile kesiştirerek aslında insanların acı çekme arzusu olduğunu, bu yüzden değersiz ve kusurlu hissettiklerini öne sürmüştür. Fakat acı çekme arzusuna yönelik bir ize rastlayamayınca, bireylerin düşünce tarzını ve bu şekilde işlenen bilgi sisteminde bir hata olduğunu düşünmüştür. Psikanalizin derinlere inme ve görünmeyeni çıkarma yolundan vazgeçip görünene ve ifade edilene bakmak istemiştir.

Bunun sonucunda aslında insanların yaşadıklarının ve tüm bunları yorumlama tarzlarının problemin kendisi olduğunu keşfetmiştir. İlk adım olarak otomatik düşünceler denilen çarpıtılmış ve doğru olmayan düşüncelerin ardına bakılır. Genelleme, kişiselleştirme ve “ya hep ya hiç” olarak düşünme gibi örnekleri olan bu otomatik düşünceler aslında derindeki kusurlu olduğumuza dair inançları yansıtmaktadır. Bu düşüncelerle yüzleşmek onların yanlış taraflarını ortaya koymaya yardımcı olur. Ayrıca bilişsel üçlü denilen ve bireyin kendisi, yaşadıkları ve geleceği hakkında olumsuz düşüncelerinden oluşan bu yapı aslında bizi depresif ruh haline iten bir çıkmaza sebebiyet verir.

Psikoloji’ye Katkıları

Bu yolun depresyonda işe yaradığı görüldükten sonra kaygı bozukluklarından yeme bozukluklarına kadar birçok patolojinin tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda psikoloji topluluğu tarafından da desteklenmiştir. Hayatının sonuna kadar Pennsylvania Üniversitesi’nde eğitimci olarak çalışan Beck, hala faaliyetini sürdürmekte olan Beck Enstitüsü’nü kurmuştur. 17 kitap, 500’den fazla makale yazmış olan Beck, birçok ödül alarak en etkili psikoterapistler arasına girmeyi başarmıştır. 1 Kasım 2021’de hayata veda etmiş ve arkasında çok değerli bir kuram bırakmıştır.

Sevde Orhan | Psikolog

Kaynaklar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir