İlk Basım Tarihi: 1943

Sayfa Sayısı: 117

Konu

Kitabın ana karakteri olan Raif Efendi kendi halinde, sessiz ve içine kapanık diye adlandırabileceğimiz bir karakterdir. Kitaptaki olayların akışını Raif Efendi’nin kendi ağzından dinlememize rağmen kahraman-anlatıcı farklıdır. Kendisi Raif Efendi ile aynı tercüme bürosunda çalışmaktadır. Ama kendisinin Raif Efendi ile bir samimiyeti yoktur. İlerleyen sayfalarda Raif Efendi’nin hasta olduğundan işe gelemeyeceğinden eşyalarını ona götürür ve Raif Efendi, o zaman kahraman anlatıcının da dikkatini çeken defteri kendisinden yakmasını rica eder. Daha sonra kahraman anlatıcı bu defteri okumaya başlar ve aslında sandığından çok farklı bir Raif Efendi ile karşılaşmış bulur kendini.

Maria Puder ise -sabunculuk tekniğini öğrenmek için- Almanya’ya giden Raif Efendi’nin ilk görüşte aşık olduğu kadındır. Ama Raif Efendi ilk önce tablosunu gördüğü Maria Puder’e hayran kalır. Hatta resmine bakarken yanında olan Maria Puder’i bile fark edemez. Daha sonra tablonun sahibi ile tanışır ve aşık olur. Bir yılbaşı günü ise Maria’yla birlikte olur. Fakat bu birliktelikten sonra Maria’nın isteği üzerine birkaç gün görüşmezler. Onsuz bir yaşama dayanamayan Raif Efendi, Maria’nın hastaneye kaldırıldığını öğrenir.

Hastalığı müddetince ona bakar ve tekrar güvenini kazanır. Maria’yla ilişkisinin tam rayına oturduğu bir zamanda memleketinden bir telgraf alır. Telgrafta babasının öldüğü ve derhal memlekete gelmesi gerektiği yazılıdır. İşlerini düzelttikten sonra Maria’yı da memleketine getireceği sözünü veren Raif Efendi, Almanya’dan ayrılır. Maria Puder’le düzenli olarak mektuplaşır. Ancak belli bir zaman sonra Maria Puder, Raif Efendi’ye mektup yazmaz.

Raif Efendi kandırıldığını düşünerek bir başka kadınla evlenir ve çocukları olur. Ankara’da bir gün, Almanya’dayken pansiyonunda kaldığı Maria Puder’in akrabasıyla karşılaşır. Ona Maria Puder’le ilgili imalı sorular sorunca Maria’nın on sene önce hastalandığını, hastalığına rağmen bir çocuk dünyaya getirdiğini ve babasının da bir Türk olduğunu öğrenir. Kadının isim vermediği bu Türk’ün kendisi olduğunu anlayan Raif Efendi, kadının yanında olan 8-9 yaşlarındaki kızına bakar. Bir dakika sonra tren hareket eder ve bu şokla Raif Efendi de hatıra defterine bunları yazmaya başlar. Defteri okuyan kahraman-anlatıcı, onun iç dünyasının ne kadar zengin olduğunu anlar. Defteri vermek için Raif Efendi’nin evine gittiği zaman ailesi onun öldüğünü söyler.

Analiz

Yukarıda değindiğimiz gibi Raif Efendi, Maria Puder’e ilk görüşte aşık olmaktadır. Literatürde ilk görüşte aşk, Erich Fromm ve Helen Fisher tarafından “romantik aşk” olarak adlandırılmaktadır ve biz bu aşık olunan kişinin romanda Raif Efendi tarafından idealleştirildiğini görmekteyiz. İşte bu nokta da Raif Efendi’nin romantik aşkı sevgiden ayrılmaktadır. Çünkü romantik aşktaki bireyler tıpkı Raif Efendi’nin dediği birkaç gün geçse bile o aşık olunan kişi olmadan yaşayamayacağını düşünürler.

İlk Görüşte Aşk

Diğer değinebileceğimiz bir nokta ise Raif Efendi, Maria Puder’de onun okuduğu kitaplardaki karakterlerden izler taşıdığını düşünmesi de önemli bir husustur. Kitapta Raif Efendi, bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum …”. Yani kafasında ideal bir benlik ana karakterimizde varlığını göstermektedir. Fisher’in bu noktada söylediği küçüklüğümüzden beri oluşan beyin haritalarımız, çocukken beğendiğimiz, örnek aldığımız veya bizde olumlu etki uyandıran söz, davranış, fiziksel görünüş, koku gibi etkenler bu beğeni haritalarımızı oluşturmaktadır. Bu haritaya yakın birine rastladığımızda ise ilk görüşte aşık olabiliriz. Raif Efendi’nin de bu bağlamda okuduğu kitaplardaki karakterlere Maria Puder’i benzetmesi ona ilk görüşte aşık olmasını olanaklı kılmaktadır.

Kitaba Psikanalitik Açıdan Bakış

Ek olarak Raif Efendi’nin okumayı çok sevmesi ve o kitaptaki karakterlerle kendini özdeşleştirmesinin psikanalatik bakış açısına göre nedeni de şu olabilir. Raif Efendi’nin içe kapanık, sosyal olmaması ve böyle insanlarda bulunan kendini bir kitap ile özdeşleştirerek olduğundan farklı kendi hayal etmesi bir tür savunma mekanizması olabilir. Böylece kabullenemediği kişilik özelliğinden kaçmayı de bu şekilde gösteriyor olabilir. Ayrıca Maria Puder’in tablosuna her gün bakan Raif Efendi yanına yaklaşan Maria Puder’i fark edemez ve tablodaki kişinin annesine benzediğini söyler. Belki de küçükken annesi ile yaşadığı “ilk aşkı” bu şekilde aramaktadır.

Kitaptaki iki karaktere baktığımızda toplumsal cinsiyet rolleri bakımından; Raif Efendi’nin çekingen olması daha içine kapanık olması gibi özellikleri onu kadınsı özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Hatta kitaptaki şu cümlelerden de bunu anlayabiliriz: “Sınıfta arkadaşlarımın yaptığı bir kabahat daima benim üzerime atıldığı halde ben kendimi bir kelime ile olsun müdafaaya cesaret edemez, eve döndüğüm zaman bir kenara saklanıp ağlardım. Annemin ve bilhassa babamın bana sık sık: “Yahu, sen kız olacakmışsın ama yanlış doğmuşsun!” dediklerini hatırlıyorum.” Maria Puder’in de kitapta “Ben böyle hep açık konuşurum. Bir erkek gibi.” Şeklinde konuşmaları ve karakterinin güçlü ve ekonomik özgürlüğü olan bir karakter olması da onun daha eril özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Yani Maria Puder’in toplumun kadına atfettiği pasiflik, yumuşak başlılık gibi özelliklere pek sahip olmadığını görmekteyiz. Sonuç olarak Raif Efendi kendisine zıt, onun gibi olmayan birine aşık olmaktadır ki aslında psikoloji literatürü bize her ne kadar birbirine benzeyen insanların aşık olduğunu söylese de kitapta bu durum farklı bir şekilde işlenmiştir.

Özlem Aygül Kalem | Psikolog

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir